Daha çok Fransız alfabesine özgü olan bu işareti Latin alfabesiyle birlikte yazı dilimize aldık ve ona iki ayrı işlev yükledik. Fransızcadaki gibi bütün sesli harflerle değil de sadece ‘a’,’i’ ve ‘u’ harfleriyle kullanılan bu işaretin amaç ve işlevi de Fransızcadakinden oldukça farklıdır. ‘İ’ harfi üzerine getirildiği zaman yalnızca o harfin uzun okunacağını (milli, resmi, kaside, keşide) gösterdiği halde, ‘a’ ve ‘u’ harflerinin üzerine geldiği zaman ya o harfin uzun okunacağını (alet, galip, musiki, velut, tabut) ya da ‘k’, ‘g’ ve ‘l’ harflerinden sonra gelen ‘a’ ve ‘u’ harflerinin üstünde yer aldığı takdirde, önceki harflerin ‘ince’ okunacağını (katip, bekar, cülus, ulufe) gösterir. Böylece inceltme işareti bu durumlarda hem üstüne geldiği vokali uzatır hem de kendinden önce gelen sessiz harfi inceltir. Uzatma işaretinin aynı zamanda inceltme işareti olarak kullanılmasına ihtiyaç duyulmuş olmasının sebebi alfabemizin eksikliğidir: dilimizdeki Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin büyük bir kısmını hala kullandığımıza ve kullanmamız gerektiğine göre, ‘ka’dan (kaf) farklı olarak ‘ke’ (kef) ve ‘ga’dan (gayın) farklı olan ‘ge’ (gef) harflerini (hatta buna Osmanlıcada bir bakıma ayrı bir harf sayılan ‘lamelif’ yani ‘la’yi de ekleyebiliriz.) ancak bu şekilde söyletebiliriz (aslında bu görev bir başka işarete, mesela harfin üzerine çekilecek düz bir çizgiye veya üstüne konulacak bir noktaya verilebilirdi).
Türkçenin fonetik bir dil olduğu, yani yazıldığı gibi okunduğu söylenir. Bu ancak bir dereceye kadar doğrudur. Bir harf veya bir harf öbeğinin sadece tek bir sese tekabül etmesi ve bir sesin de sadece tek bir harf veya harf öbeği tarafından temsil edilmesi bakımından belki Latince ve Almanca, hatta İtalyanca ve Fransızca Türkçeye göre daha fonetik dillerdir. Ama tabii İngilizce hiç fonetik olmayan bir dildir, çünkü ‘a’ harfi belki on türlü okunur (father, and, all, hate, vs.) ve ‘a’ sesi en azından üç harfle ifade edilir (ask, up, son). Türkçe fonetiktir diyoruz ama sahiden yazıldığı gibi mi okunur ve her sesli harf –kısa veya uzun- aynı sese mi karşılıktır? Mesela, evet ve efendim kelimelerindeki ‘e’ler ile erik ve eski kelimelerindeki ‘e’ler aynı sesi mi çıkarır? Hayır. İlk ikisindekiler –her ne kadar ‘nazik de olsa nazenin’ olmayan ‘kenarın dilberi’ ekranlarda ağzını yaya yaya neredeyse ‘eyveyt’ diyorsa da –açık veya pes perdeden (Fransızcada ‘accent aigu ile yazılan) ‘e’ lerdir. Sonra, ‘yazıyorum’,’alamayacağım’ gibi kelimeleri öyle tane tane dört veya altı hece halinde mi söyleriz, yoksa biraz gargaraya getirerek ve ezip büzerek üç heceli bir ‘alamıyacam’ şeklinde mi telaffuz ederiz? (Bu konuda da gençlerde son zamanlarda çok acayip bir söyleyiş türedi: ‘Yapacaz’ veya ‘yapıcığız’ gibi çok çirkin sesler çıkarıyorlar!)
Duyduğuma göre, medya bilgisayarlarından ‘^’ kalkmış! Gerçekten de, okuduğumuz gazetelerin çoğunda, milli, katip, lazım, hala (‘el’an’anlamında), hükümet, felaket, lanet,vs. kelimelerinin bu şekilde şapkasız basıldığını görüyoruz. Yalnız bazı köşe yazarları herhalde, benim gibi, bu aksanın kullanılmasında ısrar ediyor olmalılar ki, onların sütunlarında hala işaretli vokallere rastlıyoruz. Şimdi denebilir ki, Türkçe zaten yüzde yüz fonetik bir dil olmadığına göre, varsın bu çift fonksiyonlu işaretten tümden vazgeçelim ve çocuklar veya Türkçeyi bir yabancı dil olarak yeni öğrenmeye başlayanlar her kelimeyi öğrenirken onun yazılışını ve söylenişini de birlikte öğrenip ezberlesinler ve sözlüklerde de kelimelerin telaffuzu bir çeşit transkripsiyon alfabesiyle belirtilsin (yabancı dillerin çoğunda olduğu gibi).
Ama bana kalırsa, hiç değilse şimdilik, bu konuda yetkili bir kurul veya şura tarafından kesin bir karar verilinceye kadar, bu aksanı muhafaza etmekte yarar vardır. Yoksa gençlerimiz, hatta bazı orta yaşlılarımız, az okumuşlarımız, hatta bazı çok okumuşlarımız ve aydınlarımız, yürekler acısı ifade, gramer ve vokabüler fukaralıklarının yanı sıra, telaffuz bozukluklarını da daha uzun süre muhafaza edecekler ve Türkçemiz yakında tanınmaz bir hale gelecektir.
Her şeyden önce nisbet ‘i’leri üzerindeki işareti muhafaza etmekte zaruret vardır. Yoksa, bugün sık sık rastladığımız gibi, ‘milli’, ‘askeri’, ‘siyasi’, ‘ilmi’ gibi kelimelerin sonlarındaki ‘i’ler son derece çirkin bir şekilde kısa okunacak ve kimi zaman ‘milli’nin ‘ulusal’ anlamına mı, yoksa ‘içine mil sokulmuş’ anlamına mı geldiği, ‘ilmi’nin ‘bilimsel’ anlamında mı kullanıldığı, yoksa ‘ilim’ (ilm) kelimesinin akuzatifi mi olduğu anlaşılamayacaktır.
Yalçın, Şiar. Doğru Türkçe, Metis, s. 50
E-BÜLTEN
mürekkebi üstünde
Şapka İşareti