Yazar: Umut Ersoy
Ailemizin karne hediyesi olarak aldığı video oyunlarıyla 1980’lerin başında tanıştık. Ya basit çubukları hareket ettirdik ilk başta ya da uzaylılardan kurtardık dünyamızı. Bize alınan karne hediyesi, anne ve babamızın da eğlence aracı oldu. Onların oynamasından vakit buldukça bizler de oynamaya başladık.
Sonra Commodore 64’ler, Amiga 500’ler girdi hayatımıza. Ödevlerimizi bitirdiğimizde ailemiz tarafından verilen günde 1 saatlik oyun oynama hakkının büyük bir bölümünü bilgisayarın ayarlarını yaparken bitiriyorduk zaten. Bu nedenle, oyun oynama süresinin kısalması ve ailemiz tarafından kontrol altında olmamız, daha çok motive etti bizi derslerimize. Biraz daha uzun oyun oynayabilmek için, daha çok çalışıp daha hızlı bitirmeye çalıştık ev ödevlerimizi.
Sonra PC’ler iyice girdi hayatımıza, oyunlar gelişti. Gün geçtikçe daha da çok yaklaştı gerçeğe. İki çubuğu sağa sola hareket ettirerek ya da aynı düğmeye milyonlarca kez basarak oynanan oyunlar yerine, oyuncuları düşünmeye yönelten, yabancı dilinin ilerlemesine yardımcı olan oyunlar çıktı. Kimi zaman ordular kurduk, krallığımızı büyütüp yeni stratejiler geliştirdik; kimi zaman kötü insanlardan korumak için kendimizi, düşmanlarımızla savaştık. Kimi zaman son sürat araba kullanıp, kırmızı ışıklarda geçip sağa sola çarptık; kimi zaman Dünya Kupası’nı kazandıran son saniye golünü attık. Gerçek hayatta yapmadığımız ve yapmayacağımız şeyleri bilgisayar oyunlarında yapıp mutlu olduk, eğlendik, aynı zamanda kendimizi geliştirdik. Zaman zaman son saniye golünü babamıza attık. Bunların hepsini yaparken de bizleri kontrol eden iki çift gözün varlığının farkında olduk.
Yaklaşık 20 yıldır hayatımızda olan ve bizleri geliştiren bu oyunlar, toplumu yozlaştıran ve insanları olumsuz yönde etkileyen yayınlarmış gibi gösterilmeye başladı.
Oyunlar, tüm dünyada önemli bir ekonomik değer ve çocuklar için bir öğrenme kaynağı olsa da, ülkemizde bürokratların gösterdiği denetleme eksikliği ve ailelerin çocuklarına göstermediği ilgi yüzünden, insanları asosyalleştiren bir araç gibi algılanmaya başladı.
Üzerine düşen görevi yapmayan ve belirlenen kurallara uymayan internet kafeleri denetlemeyen yetkililer, sorunu bazı oyunları yasaklayarak çözmeyi düşünüyorlar. Yasakların çözüm olmayacağının maalesef kimse farkında değil. Yasaklanan o oyunları oynamayan oyuncular, o oyunlara benzeyen yüzlerce oyundan birini oynayacaklar. Oyunları yasaklamak yerine, aslında kendimizi denetlemeli ve toplumumuzu eğitmeliyiz.
Oyunlarla büyüyen sağlıklı bir toplum için, ailelerin oyunlar ile ilgili bilgi edinmelerini ve çocuklarını bu konuda yönlendirmelerini sağlamalıyız. Oyunların şiddete yönlendirdiği hassasiyetini güden ailelere, aynı hassasiyeti çocuklarıyla birlikte şiddet içeren dizileri seyrederken de göstermelerini hatırlatmalıyız.
Ailelerin, oyun alanındaki kontrolü çocuklarına bırakmak yerine, bizzat bu sürece dahil olmalarını sağlamalıyız.
Çocukluğumuz Mario’nun sevgilisini kurtarmakla geçmiş olabilir; ama, biz bu durumdan hiç şikayetçi değiliz.